20 Nisan 2010 Salı

Biz Türkler kimseyi sevmeyiz

Bugün gazetelerde BBC'nin GlobeScan/Pipa'ya 28 ülkede yaptırdığı anket sonuçları vardı.Sonuçlar,bizim hiçbir devlet ya da topluluktan hazzetmediğimizi gösteriyordu.
En çok hazzettiğimiz iki ülke yüzde 34 ile Japonya ve yüze 30 ile Almanya.Bu iki ülke dışında ne AB ülkelerinden ne ABD'den ne Rusya'dan ne de İsrail'den hazzediyoruz.Açıkçası bu sonuçlara şaşırmadım. Sizin de şaşırdığınızı zannetmiyorum. Hepimiz "Türkün türkten başka dostu yoktur" deyişini dinleyerek büyüdük,okuduk,çalıştık. Bu vatanı yedi düvelle çarpışarak kurduk.Soğuk savaş başkaları için bitti ama bizim için hala devam ediyor.Biz hala, başka ülkelerin bizim topraklarımızda gözü olduğuna inanır,buldukları ilk fırsatta ülkemizi işgal edecekleri korkusuyla yaşarız.O nedenle yabancı dediğimiz başkalarını sevmeyiz.Bazan bu ayrı gayrılıkta öyle ileri gideriz ki, kendimizi yeryüzü gerçeklerinden koparırız.Dahası sadece Amerikalıya,Avrupalıya değil,vatandaşımız olan yüz yıllardır birlikte yaşadığımız ,kader birliği ettiğimiz ama bize göre yabancı olan kendi vatandaşlarımıza dahi kuşkuyla bakarız.Çok kültürlü olmakla övünür ama vergi veren,askerlik yapan bu vatandaşlarımızın inanç özgürlüklerine,mülkiyet haklarına kuşkuyla yaklaşır,çoğu zaman görmezden geliriz.Onlara birçok kamu görevinin kapılarını kapatırız.Yani biz sadece diğer devletler ve onların vatandaşlarından değil,kendi vatandaşlarımızdan,komşularımızdan da hoşlanmayız.Bazan daha da ileri gider,herşeyiyle bizden biri olan ama evrensel kültürün bir parçası olmuş entellektüel vatandaşlarımızı da sevmeyiz.Hatta onlara o kadar kızarız ki,aldıkları uluslararası ödülleri küçümser,Nobel ödülünün dahi ülkesini kötülediği için verildiğini söyleyecek kadar ileri gideriz.Dahası da var.Yargıtay da her Türk vatandaşının Nobel alan tek yazarımız Orhan Pamuk'u dava edebileceği yolunda bir karara imza atarak, evrensel aklı dışlayan ve "biz bize benzeriz" deyişinden mazoşist bir zevk alan bizi biraz daha global dünyadan koparır.
İş yapma biçimimizden, aile ilişkilerimize, siyaset yapma tarzımızdan devlet etme anlayışımıza, eğitimimizden sorun çözme biçimimize kadar her alanda global dünyadan ayrı gayrılık kendini hissettirir. Bu nedenle evrensel akıl ve yeryüzü gerçekleriyle çok ilgilenmeyiz. Bu nedenle kendimizi evrensel aklı kullanan dünya tarafından dışlanmış hisseder ve onlara kızarız. Aslında bu kızgınlığın temelinde özgüven eksikliği yatıyor. Bireyler olarak çoğunluğumuz evrensel kriterlerin çok uzağındayız.Donanımımız,eğitimimiz yeterli değil. "Sınırlamanın esas, özgürlüğün ayrıntı" kabul edildiği bir aile ve siyasal düzende yaşadığımız için yaratıcılığımız da evrensel standartların gerisinde.Tüm bunlar özgüven eksikliğini beraberinde getiriyor. Özgüveni olmayan bireylerin,toplumların başkalarını bir tehdit olarak algılaması çok da şaşılası bir durum değil.Üstelik toplumdaki bu özgüven eksikliği siyasetçilerin ya da karar alıcıların da çok işine geliyor.Halkın ihtiyaçlarını,özgürlüğünü,zenginliğini karşılayacak bilgi, donanım ve organizasyondan yoksun yöneticiler dış düşman tehdidini canlı tutarak iktidarlarını sürdürüyorlar. Hayat pahalılığı artıyor mu, işsizlik yüzde 14'e mi çıkmış, her 3 gençten biri işsiz ve umutsuz mu, eğitimin kalitesi her geçen gün düşüyor mu , Avrupa Birliği daha fazla demokrasi, özgürlükler, insan hakları, basın özgürlüğü, hukuk devleti mi diyor? Cevap hazır. "One minute!" Bütün dertler unutuluyor. Kızgınlık, ülkeyi yönetenlerden İsrail'e, Avrupa ülkelerine, Amerika'ya dönüyor. İşler daha da sarpa sarınca, oynak merkezli dış politika tasarımı duvara toslayınca da elçi çağırmalar devreye giriyor. Böylece dış düşmanlar meselesi sürekli canlı tutularak iç sorunlar unutturuluyor, halkın yönetenleri sorgulaması engelleniyor. Böyle bir siyasi yönetim tarzının benimsendiği bir ülkede yaşayan insanların başkalarını sevmesi ne yazık ki mümkün değil.
Üzerinde durmadan geçemeyeceğim,en az özgüven eksikliği kadar önemli bir diğer husus da "güven" eksikliğidir. Türk toplumu bireylerin birbirine,bireylerin kurumlara,kurumların diğer kurumlara güveninin en düşük olduğu ülkelerden biridir.Bunun temelinde hantal ve hukuku dışlayan devlet etme anlayışı yatıyor.Emile Durkheim şöyle söylüyor " aşırı irileşmiş bir devletin bastırmaya ve kapsamaya zorlandığı sayısız dağınık bireyden oluşan bir toplum, gerçek bir sosyolojik canavardır..." Güvenin yerlerde süründüğü böyle bir toplumun bireylerinin başkalarına güven duyması beklenemez.

Hiç yorum yok: