30 Nisan 2010 Cuma

Yine başkanlık sistemi üzerine

Başbakan , 23 Nisan’da koltuğunu devrettiği Elgin’e “yetki artık sende ister asar ister kesersin” dediğinde, bu sözü bilinçaltının dışavurumu olarak ,kafasındaki başkanlık sisteminin tarifi diye nitelemiştim.Yanılmamışım.

Yaptıkları türkü nedeniyle Başbakan’ın avukatının şikayeti üzerine Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla polis merkezinde sorguya alınan üç gencin hikayesini okuyunca, bir kez daha emin oldum ki, Anayasa değişiklikleri ile tasarlanan şey daha fazla demokrasi falan değil, özgürlüklerin alanının genişletilmesi hiç değil.

Ne demiş üç kardeş?

“Halkı sardı fakirliğin korkusu

Çığ gibi büyüdü işsizlik ordusu

Mutfaktadır Fatma ananın sancısı

Kriz teğet geçti bizi hamdolsun “

Kevgir oldu halk çuvaldız yemekten

Ürküyoruz derdimizi demekten

Ne var bu dörtlükte diyeceksiniz. “Hamdolsun kriz teğet geçti” lafı Başbakan’a ait ya..İşte hakaret orada.Çocuklar işsizlikten,fakirlikten dem vurarak krizin teğet geçmediğini bir türkü ile söylemeye çalışmışlar.Ne kadar medeni, ne kadar ince bir eleştiri biçimi. Taşıdığı mizah bu topraklarda sıkça rastlanan bir şey değil. Kanadalı bir grup müzisyen’in el yapımı gitarlarını dikkatsiz taşıyarak kıran United havayollarını hedef alan ve bizde neredeyse 2 yıldır yasak olan you tube’da yayınladıkları “united breaks guitarres” klibini seyrettiğimde , bizde ne zaman böyle seviyeli eleştiriler olacak acaba diye hayıflanmıştım.Meğer oluyormuş. Gençlerin başına gelene çok üzüldüm ama sonu karakolda bitse de mizahın,bu toprakları terketmemiş olmasına sevindim.

Gençler arasında işsizlik yüzde 28. Neredeyse her üç gençten biri işsiz,umutsuz. Ama bunu türkü yoluyla dahi söylemek yasak.

Şimdi bu haberi hafife alabilir misiniz? Başbakan’ın nasıl bir başkan olmak istediğini anlamak için ABD’ye mi, yoksa Rusya’ya mı bakarsınız.Tabii ki ABD’ye değil.ABD’yi biraz bilen biri orada Başkan’ın gücünün çok sınırlı olduğunu ve Başkan’ın camdan bir köşkte oturduğunu çok iyi bilir.Bugün Obama, bazan,hatta çoğu zaman hakarete varan binlerce eleştiriyi göğüslemek durumundadır. Onu her tür hayvana benzeten karikatüre gülüp geçmek zorundadır.Onu hicveden komedi dizilerine katlanmak zorundadır.Bitmedi her ayinde onun biran once ölmesi için dua eden bazı kilise topluluklarına tahammül etmek zorundadır. Amerikan televizyonlarını biraz izleyin, Jon Stewart’un, Bill Mahler’in, Colbert’in skeçlerini biraz izleyin emin olun orada Başkan olmak istemezsiniz.

Bu çocuklar burada değil de ABD’de yaşasalardı ve bu türküyü, country müzik tadında aynı eleştiri içeriğiyle orada yayınlasalardı,bugün karakolda hesap vermek yerine, prodüktörlerle masada oturuyor ve beklemedikleri bir anda gelen şöhret ve paranın tatlı şaşkınlığını yaşıyor olurlardı.Obama’nın avukatı da bu gençleri district attorney’e (savcılığa) şikayet etmek yerine Obama ile tanışmalarını sağlamak için Beyaz Saray’a davet etmek için arıyor olurdu.

Bakın ünlü Anayasa hukukçusu Prof..Andrew Arato son Anayasa değişiklik paketi ve başkanlık sistemi için ne diyor:

”Şu andaki pakette problemli olan da çoğu maddenin bizatihi içeriği değil. Buradaki problem, çoğunluk dayatması olarak geçecek bu paketin yasalaşması sonucunda artık hiçbir şekilde frenlenemez ve sınırlandırılmamış bir çoğunluk dayatmasının önünün açılmakta olduğu gerçeği. Neden şu anda yepyeni bütün bir anayasa önerip halk oylamasına sunmuyorlar? Doğal olarak, insanın aklına saklanmak istenen ne diye sormak geliyor. Bence cezbedici maddelerle paketledikleri değişiklik önerisini, merkezde duran Anayasa Mahkemesi engelini bertaraf etme amacıyla geçirip, bundan sonraki daha az cezbedici anayasa değişikliklerini yapabilmek. Zira bu partiyi çoğunlukçu dayatma yöntemiyle ilerleyip, plebisitlerle onaylatacakları yaratıcı paketleme yapmaktan men edecek bir şey yok.
Mahkemenin denetiminden, dolayısıyla uzlaşma gerekliliğinden kendini kurtarmış AKP’nin yapacağı yeni değişiklikler ya da yeni bir AKP anayasası; buradaki amaç bu. Dolayısıyla evet, başka değişiklikler teklif edilecek ve muhtemelen yeni bir anayasa yapılacak. Çünkü bence bu iki kademeli bir strateji ve buradaki tek sorun ikinci kademedeki anayasa değişikliklerinin karakterinin ne olacağı…… sistem içinde frenlenemeyen ve dengelenemeyen bir parti kendi içindeki radikal kesime dönüp beklemeleri gerektiğini söyleyemez hale gelir. Bu sınırlamalar kalktığında artık AKP “Bütün bu sınırlamalar yüzünden istediğimizi yapamıyoruz” diyemez.

Elbette parti liderlerinin kalplerinde şu vardır, gönüllerinden bu geçer diye tahmin etmeye kalkmak kötü bir şey, ama bu deyimi kullanmama izin verirseniz şunu söyleyeceğim: Liderlerin kalplerinden geçenin gerçekte ne olduğunu hiç öğrenmemeyi tercih ederim.

Ve eğer mevcut değişiklik paketini geçirirlerse, hükümet gönlünde olanı gösterme şansını gerçekten elde etmiş olacak. Bu ise her türlü hükümet örneğinde nadiren iyi sonuçlanır. Bu temel liberal anlayıştır. AKP örneğinde de korkarım sonuç birçok liberal dostumun inandıkları gibi güzel olmayabilir.

Evet, ordunun vesayetinden çıkmak yavaş, sancılı bir süreçtir ve bu henüz tamamlanmadı. Ancak bu süreç Türkiye’yi liberalizm ve demokrasi için eşit ölçüde tehdit oluşturacak başka bir otoriteryenliğe de maruz bırakmamalı……

Aslında hem yarı başkanlık hem de başkanlık sistemleri babadan oğula devrolan “monarşi” yerine, seçimle gelmiş kral fikrini benimseyen “meşrutiyet”e karşılık gelirler, ki ben seçmenlerin bu sistemi çok radikal kriz dönemleri dışında seçtikleri bir örnek bilmiyorum. Bu tip sistemler daha ziyade Fransa’daki 5. Cumhuriyet Anayasası’nın referandum yoluyla onaylandığı dönemdeki gibi kriz zamanlarında popüler olurlar. Seçmenler o kriz zamanlarında -tabii eğer bu şans onlara verilirse- parlamenter sistem yerine başkanı doğrudan seçebildikleri başkanlık sistemini tercih ederler. Tıpkı Fransa’da 1962’de, Türkiye’de 2007’de olduğu gibi……..Ben başkanlık sisteminin hiç istenmeyecek bir sistem olduğunu düşünüyorum. Sonuçta kuvvetlerin aşırı derecede ayrılması sonucu oluşan iktidarsızlıkla mutlak iktidar arasında salınıp duran bir sistem. Ve en tehlikeli yanı da, tıpkı zamanında Tocqueville ve Marx’ın, yakın zamanda da Juan Linz ve Alfred Stepan’ın dile getirdiği gibi, başkanın anayasal olarak sahip olmadığı güçleri ele geçirmesi yönünde içsel bir eğilim taşıması. ….Fransa’da bağımsız mahkemeler ve Senato var. ABD’de federalizm, federe devletlerden oluşturulan bir Senato ve güçlü mahkemeler var. Türkiye’de ise herkesin çok iyi bildiği gibi federalizm Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri tarafından önleniyor. Senato kurulsa nasıl yapılanır onu söylemek güç. Artık bundan böyle mahkemelerin yürütmeden bağımsız olacağı da şüpheli. Zira 17 kişilik Anayasa Mahkemesi’nin çoğu üyesini Cumhurbaşkanı seçecek. Bu durumda kalan tek eksik kanun hükmünde kararname çıkarma gücü. O da olursa Türkiye’deki tam bir hiper-Başkanlık sistemi olur, ki inanın bunu yapmak MGK ve General Evren olmadığı zaman da mümkün. ……
Zaten benim Erdoğan’ın röportajından çıkardığım da Erdoğan’ın daha ziyade Mahkeme’ye karşı güç kazanma meselesinin üzerinde durduğu yönünde, yoksa bence başkanlık sistemindeki yürütmenin gücünü dengeleyecek, ABD’deki sisteme benzer mekanizmalarla pek ilgilenmiyor.

Üstelik Amerika’da yürütmenin ne kadar zayıf olduğunu da galiba bilmiyor, çünkü doğru yürütülen bir başkanlık sisteminin yasa yapma sürecini kolaylaştırdığı fikri aslında düpedüz yanlış bir bilgidir. Dolayısıyla Başbakan’ın söyledikleri bana Türkiye’de hiper-güçlü bir başkanlık sistemine gidilmekte olduğunu gösteriyor. Zaten dünyanın çoğu yerinde de sonuç bu olmuştur. Oysa Amerikan sistemi daha farklı bir prensip üzerine kuruludur: Orada çok güçlü bir kuvvetler ayrılığı sistemi vardır ve buna rağmen Amerika’da bile sistem zaman zaman hiper olmasa da güçlü başkanlık sistemine meyleder….. Sonuç olarak ister yarı başkanlık ister başkanlık olsun, her ikisi de kimseye bugün örnek olamayacak derecede sorunlu modeller. Erdoğan eğer başkanlığa geçişte yasamanın kolaylaşması gibi bir fayda görüyorsa da böyle bir işlev otoriteryen versiyonlar dışında hiçbir yerde yok…..”
Prof Arato’un sohbetinin tamamını 26-27 Nisan tarihli Milliyet Gazetesi’nde bulabilirsiniz. Bu sohbeti okurken Başbakan’ın sözlerini, tavrını, bakanlara ve milletvekillerine hitabını, açtığı davaları ve en son üç gencin başına gelenleri aklınızda tutun.Prof Arato’nun bize hatırlattığı Çin atasözü sanki tam da bugünün Türkiyesi için söylenmiş: “Tanrı bizi ilginç zamanlardan korusun.” . Biz de ilginç bir zamandan geçiyoruz. Hadi hayırlısı!

Hiç yorum yok: